27 Aralık 2009 Pazar

2009'un en iyileri

En iyi döner: Kemerburgaz'daki esnaf lokantası Kardeşler'inkiydi

En iyi midye dolma: Çeşme'de plajda yendi. Güneş yavaş yavaş batarken, plaj boşalırken, buz gibi biranın yanında, muhabbet eşliğinde.

En iyi şarap: İdol Şarapları'nın 2006 Consensus 3 Meşe adlı şarabıydı.

En iyi şef: Hala Jamie Oliver. Diğerleri bu sene de eline su dökemediler. En kolay, lezzetli ve sağlıklı yemekleri o yapıyor, hem de hiç kasmadan.

En iyi pazar: Cumartesi günleri kurulan Yalova pazarı. Utangaç armutlardan,canavar domateslere, romantik üzümlerden, şeytani biberlere herşey lezzetli, herşey taze! Fiyatlar ise Istanbul'da düdüklendiğimizin resmidir.

En iyi bal: Yaz Balı. Bursa civarındaki dağların kestane ağaçları ve çiçeklerinde koşuşturan arıların ürünüdür. Ağustos ayında kavanozlara doldurulur. Elden ele dağıtılır. İnsanı bir daha sokaktan bal satın alamaz hale getirir.

En iyi şarküteri: Pangaltı'daki Tuşba. Çerkez tavuğu, patlıcan salatası enfes! En önemlisi ise, sofralardan ne yazık ki kaybolmaya başlamış Ermeni mezesi 'topik'i damaklarımıza unutturmamaya kararlı olmaları.

En iyi mantı: Hala Ulus'taki Aşkana'da yeniyor.

En iyi pizza: Bu sene yenmedi.

En iyi kayan yıldız: Okko. Niye kapandı? Nasıl oldu? Pahalıydı, ama yemekleri çok lezzetliydi, alışveriş kolaydı. Şimdi spontane olarak gelişen yemek organizasyonlarında dostları nasıl ağırlayacağız? Yemeğin en alasını Okko'dan alıp, sonra binbir övgü arasında, kendimiz yaptık diyemeyecek miyiz?

En iyi catering: Ossi Private Chefs tarafından gerçekleştirildi. Osman Bey ile Sibel Hanım özenle pişirip saygıyla sunuyorlar. Dört dörtlük bir lezzet ve ikram!

En iyi yemek kitabı: Gamze Bursa'nın 425 gram adlı kitabı. Tarifler yaratıcı, yapması kolay, fotoğraflar güzel! Internet üzerinden satış fiyatı ise manasızca 35 TL'ye kadar düşmüş.

En iyi kurufasulye pilav: Süleymaniye'nin incisi, bezdiren fakülte günlerimin lezzetli köşesi Kanaat Lokantası'nda yendi.

En iyi meze: bir yaz gecesi, saat 12'den sonra Karaköy lokantası'nda, muhabbetle ruhumuzu iyileştirirken yendi.

En iyi yemek: Mehmet Gürs'ün mutfağından çıkıyor ve Mikla'da yeniyor.

Bayan Bal Şeker
30/12/2009

24 Aralık 2009 Perşembe

Olmadı ama

Hayatta en zor şeylerden biri elde edilen başarıyı sürdürmektir:
İlişkilerde ilk günkü aşkı korumak, konuşmalarda dinleyicinin ilk beş dakikadaki ilgisini kaybetmemek, dostluklarda güveni yitirmemek.
Dün akşam Abracadabra beni hayal kırıklığına uğrattı. Fener balığı kuru, ördek çok makyajlıydı. En affedilmezi, hem balığın, hem de ördeğin yanına aynı salatayı garnitür olarak koyup sunmalarıydı.
Umarım bir yıldız daha kaymıyordur başarı sarhoşluğuyla.

Bayan Bal Şeker
24/12/2009

14 Aralık 2009 Pazartesi

Peri Peri! Şanslı günüm



Kalk, hazırlan, minik ergeni okula bırak, ofise gel, çalış çabala sonrasında; msn'de beş dakika kadar 'bu öğlen nerede yiyelim' diye tartıştıktan sonra, arkadaşlarımı yeni açıldığını duyduğum Guney Afrikalı tavukcu Nando’s'ta yemeğe ikna ettim. Metro ile 10 dakika içinde Mecidiyeköy Şişli durağına vardım. Cevahir adlı panayır yerinde bir 15 dakika da lokantaların bulunduğu kata varmam sürdü. Bizimkilerle Nando's un önünde buluştuğumuzda lokantadaki kalabalığa inanamadık! Meğerse Nando’s un açıldığı ilk günmüş! Dolayısıyla İstanbul ahalisi bu enteresan Güney Afrikalı'yı keşfetmek için hücum etmişler. İştahından şüphe olmaz, üç iri kıyım ve aç arkadaş biraz umutsuzca kapıya yaklaştık.

Bizi kapıda karşılayan yorgun, ama hala neşesini koruyan genç kız cok yoğun olduklarını söyledi ve beklememiz gerektigi için bizden özür diledi. Kabullendik tabi. Sonra tam olarak ne oldu bilmiyorum. Bir sihir! Aradan bir dakika dahi geçmeden bambaşka biri gelip köşede yeni boşalan, lokantanın en güzel masasına bizleri oturttu.

Hayretimizi gizlemedik ama şansımızı da hiç sorgulamadık. Tavuğun binbir çeşidini vaadeden ve oldukça okuma gerektiren menuleri okumaya koyulduk: tavuk ciğeri, portekiz pilavı, şişte tavuk, ızgara tavuk, tavuk kanatları! ve "insanların tavuğa bakış açısını değiştireceği" iddia edilen peri-peri sos! Bu sos, küçük kırmızı piri piri biberler kurutularak yapılan, Güney Afrika mutfağında kullanılan, fakat Portekizlilerin yarattığı söylenen bir sos.

Siparişimizi alan garson, bugün cok yoğun oldukları için servisin biraz aksayacağını, yemeklerin otuz dakikadan evvel gelmeyecegini söyledi ve bizden özür diledi. Tam kaderimize boyun eğip, yarım saat bekleyeceğimiz düşüncesiyle 'stand by' moduna geçmiştik ki, siparişlerimiz birer birer geldi! Daha sipariş vereli 5 dakika bile olmamıştı!

Yemekler çok lezzetliydi! Peri peri sos ise enfes! Ama size tavsiyem acı etkisi en az olan limonlu peri sostanan denemeyin, cok zayıf kalıyor. Madem ellerinizi kirleteceksiniz, bu işe girişiyorsunuz, mutlaka acısı daha yoğun olan diğer dört peri peri sosundan birini deneyin.

Biz yemeklerimizi bitirdigimizde lokanta neredeyse tamamen boşalmıştı.Tam yemeklerimizin ortasındayken anlaşılması zor bir aksanla konuşan, sarışın bir Guney Afrikalı, tahminen Nando’s un yöneticilerinden biri, elinde üç tabakla bizim masaya geldi. Anladığımız kadarıyla, bizdeki yemek potansiyelini gördüğünü ve sipariş veremediğimiz üç farklı tavuk yemeğini tatmamızı rica etti. Ben böyle ricaları genellikle geri çevirmem, kibar bir adamımdır. Hem Güney Afrikalı beye ayıp, hem tavuğa saygısızlık! Çok geçmeden dört ayrı tabaktan aynı anda yemek yiyorduk.

Gıdaklamaya çeyrek kala, tam hesabı ödemek için beklerken, daha önce gormediğimiz bir sarışın bir kadın elinde torbalarla çıka geldi. Kendisi Nando’s'un halkla ilişkiler müdiresiymiş, bugün yaşanan aksaklıklar ve geç servis icin çok üzgünlermiş, özür diliyorlarlarmış, acaba herbirimize birer adet Nando’s'ta ücretsiz yemek kuponu ve bir adet orta acı peri peri sosu verse affettirebilir miymiş? Ben hemen affettim valla!

Hem güzel yemek yedik, hem hızlı yedik, hem çok yedik, bir de üstüne bedava yemek kuponu ve peri peri sos aldık. Çok şanslı bir gündü ve benim tavuğa bakışım kesinlikle değişti!

Size de peri perili şanslı günler dilerim

Bay Afiyet
15/12/2009

8 Aralık 2009 Salı

Mükemmel lokmalar!


Kimi zaman karşındaki diller döker, ağzından girer burnundan çıkar, şiir yazar, Kaf Dağı'na gider gelir, nihayetinde seni kendine aşık eder. Kimi de göz ucuyla bakar, bakarmış gibi yapar, ve yerlebir olursun. Biri bir değerinden değersiz mi? hayır. Haticeler farklı olsa da, neticede ikisi de aşk! İkisinde de sonunda Leyla'sın.

Benim için yemekte de durum biraz böyle. Kimi zaman kafamı profiterol kasesine sokmak gelir içimden, veya nefes almadan mantıyı kaşıklamak! O an, başka türlü tatmin olamazmışım gibi hissederim. Kimi zaman ise, bir tek lokmayla başım göğe erer. Bu yazı işte böyle mükemmel tasarlanmış lokmalarla beni hayrete düşüren yeni bir lokanta hakkında olacak:Lil' bitz!
Tepebaşı'nda, popülerliği azalmak bilmeyen Nupera'nın pasajındaki, yeni bir mekan . Pazar, pazartesi çalışmıyorlar. Salı günü lütfen açıyorlar, diğer günler ise 'yıkılıyorlar'. Akşam saat 7'den itibaren mutfak açılıyor. Saat 11 gibi ise, bulunduğu pasaja yakışır şekilde aktif-dinamik-heyecanlı bir gece klübüne dönüşüyor.

Diğer lokantalarda yediğimiz yemeklerin üçte bir porsiyonunu, üçte bir fiyata sunduklarını söylüyorlardı. Neyin üçte birini kastettiklerini çok merak ediyordum. Gittiğimde gördüm ki, fiyatlar Topaz ya da Zuma'nın üçte biri değil, endişeye gerek yok. Porsiyonlar ise lokma büyüklüğünde, ama masadan aç kalkmanız mümkün değil!

Gelelim şu lokmalara: Leonardo'nun Vitruvius adamı gibi, mükemmel dengeli lokmalar bunlar: pancar aromalı fasülye püresi yanında nuar; ya da vanilyalı patates üstünde ızgara levrek; ya da muz kremalı, kakuleli profiterol. Yazdıkça görüyorum ki, yazmakla olmuyor. Çünkü biz dünün köfte-pilavcılarının, biraraya getirmeye alışık olmadığımız bu tatları yanyana hayal etmesi kolay değil. Ama birileri bunları yanyana getirmiş ve çok güzel olmuş. Kalıpları kırmak, ve yeninin bizi baştan çıkarmasına fırsat vermek lazım.

Bu şahsına münhasır yer, tabiki her şahsına münhasır zatın zevkine uygun olmayacaktır. Ama bu lezzet budalalarını Kavak'a kadar kurufasulye yemek için takip etmiş sadık blog okuyucularının Lil' bitz'e de bir şans vereceklerini umuyorum.

Bayan Bal Şeker

9/12/2009

Not: ne lokantadaki ışık düzeni, ne de iştahım, fotoğraf çekmeme imkan vermedi. Bu seferlik logo ile idare eder misiniz?

28 Kasım 2009 Cumartesi

Eski bir vejetaryenin itirafları


Tam on sene boyunca vejetaryendim. Balık haricinde hiç et yemedim. Manasız bir sınıflandırma, biliyorum, ama canım öyle istedi, ben de yaptım. Ne hayvanları düşündüğümden, ne sağlığımı, ne de güzelliğimi.

On sene sonra ise, hayatımda çok şey değişmişti. Yeni bir şehir, yeni bir iş, yeni bir mutfak, yeni bir aşktı.. Ve burnuma hayali kızarmış biftek kokuları gelmeye başlamıştı.
Ben de bünyemin çığlığına kulak verdim ve on sene önce ardıma bakmadan terkettiğim etobur dünyasına yavaş yavaş geri döndüm.

Aradan onca zaman geçti, ama hala etyemez günlerimi hatırlayıp, benimle dalga geçiyorlar. Oysa bu öyle kesin bir dönüş oldu ki, geçen hafta doğumgünümde, Armutlu'daki Dükkan'a gittik.

Dükkan'ı bilmeyen artık pek yok. Hatta Bayan Bal Şeker ve Bay Afiyet olarak bu lokantadan blogumuzda bahsetmekte hayli geç kalmış olabiliriz. Ama biz yeninin değil lezzetin peşindeyiz.

Dükkan'da olay çok net: Et, salata, tuz, hardal.
Bir kadeh şarap? Olur.
Bir top erikli dondurma? O da olur.
Pahalı mı? Paha göreceli bir kavram tabi.
Mesela Günaydın'dan pahalı mı? Evet!
Bu lezzeti orada bulabilir misiniz? Hayır. Ambiyans? Kıyaslanamaz dahi!

Dükkan'ın sahibi ve işletmecisi Kasap, kurban bayramında evinizin önünde boğa güreşi yapanlardan değil. Kendisi restoranını İstanbul'un cafcaflı semtlerinden birinde açmayacak kadar cesur; ve normalde, Armutlu'ya trafikten kaçarak arka yollardan Maslak'a ulaşmaya çalışmanın dışında ayak basmayanların dahi lezzetli et yemek için geleceğini tasarlayacak kadar kendine güvenen bir girişimci.

Dükkan'daki etler, Kasap'ın İzmit'teki besi çifliğinden geliyor. Kanımca Dükkan'ın en önemli özelliği ise, biz taze et yemeğe alışmış kullarını, dinlenmiş et yemeğe alıştırması.


Eğer burnunuza kömür ızgarasında kızarmış bir hayali T-Bone steak kokusu geliyorsa, bu emekli vejeteryanın tavsiyesine kulak verin.

Bir de küçük bir uyarım var, ey çiğ köftenin dışında hiçbir eti az pişmiş dahi yememeye kararlı dostlar! Dükkan'a giderseniz sipariş verdiğiniz etin iyi pişmesi hususunda hiç boşuna garsonlarla tartışmaya girmeyin; bu tartışmayı kaybedersiniz. Yeri geldiğinde teslim olmak lazım. Et konusunda teslim olmanız gereken yer burasıdır.

Bayan Bal Şeker

28/11/2009

19 Ekim 2009 Pazartesi

Lezzetin peşinden her yere!

Rumeli Kavağı'na genellikle balık yemek için gidilir. Fakat kimisi arabaya atlayıp şöyle bir uzaklaşmak için de gider. Kimisi de "bir münasip koca" umuduyla Telli Baba'ya dua etmek amacıyla gider. Ben ve Bay Afiyet ise kurufasulye pilav yemeğe gidiyoruz Rumeli Kavağı'na.

O kadar yol bir tabak kurufasulye yemek için gidilir mi demeyin. Gidilir! Biz ki Maslak'tan atlayıp Süleymaniye'ye gideriz kurufasulye pilav yemeye, Rumeli Kavağı'na haydi haydi gideriz!

Fakat bizim gitmemiz mühim değil. Belli ki biz bu yeme içme konusunda yoldan çıkmış, lezzet diye feleğini şaşırmış insanlarız. Asıl siz bir şans verin, Rumeli Kavağı'nda, meydana gelmeden sol tarafta bulunan, toplu iğne başı büyüklüğündeki Deniz Lokantası'na!

Ne varsa işte hepsi, topu bu dükkan! Üç adet masa, üç kap ta yemek: Kurufasulye, köfte, ve o gün ne pişerse: Munis, mütevazi, lezzetli.

Üşenmemeli, gitmeli, yemeli. Varsın desinler deli!

Bayan Balşeker
23/10/2009

14 Ekim 2009 Çarşamba

Yavaş yavaş üretilen, hızla tüketilen burger

İstinye Park'ı geçtikten sonra, borsa binasına doğru sapın, Maslak trafiğinden kaçmak için Reşitpaşa'ya dalar gibi yapın; işte tam orada, köşede Burger Bar'ı göreceksiniz!


Burger Bar şekli, şemali, muhiti açısından iddiasız bir yer gibi gözükse de, bir takım çok ciddi iddiaları olan bir işletme: "Şehrin en iyi burgeri" ni yaptıklarını söylüyorlar. İstanbul kazan, ben kepçe gezip, gittiğim her yerde hamburger yemiyorum.
En iyisi mi, değil mi, bilemeyeceğim. Fakat ben, beni yakından tanıyan birinin beni tarif etmek için kullandığı tüm "çikiçiki"liğimi bir kenara bırakıp, on parmak saldırdım önümdeki hamburgere. İpek, üzerinde kelebek desenleri olan canım etekliğimin üstünde hala lekesi durur yadigar. Ben onu bilirim.

Ayrıca, kırk yıllık bildiklerimizi, alıştıklarımızı sorgulatarak "Burası bir fast food lokantası değildir" diye iddia ediyorlar. E tabi niye olmasın: iki kuruşa, iki dakikada üretilen sushiler sanki saatlerce aşure kaynatılmışçasına ve üzerine kuş kondurulmuşçasına, altına endeksli fiyatlarla sunulmuyor mu önümüze? Burger Bar tam tersini ileri sürüyor, fena mı? "Burgeri yavaş yavaş, tam istediğiniz gibi pişiririz. İçine ne isterseniz onu koyarız. Tüm bunlar biraz zaman alabilir, ama yediklerinizden memnun kalırsınız."

Lokantanın sahibi janti beyefendi, Bay Afiyet ve bendenizdeki yeme kapasitesini tecrübeli bir işletmeci olarak sezmiş olacak ki, burgerlerimiz yavaş yavaş olurken, bize "chili con carne" ikram etti. Biz yediğimiz lezzetle kendimizden geçince blogmuş, afiyetmiş, balşekermiş döküldük tabi kendisine. Bunun üzerine bir de hellim peyniri, falafel ve tavuk kanadından oluşan "Çıtır deneme tabağı" geldi önümüze. Biz de denedik haliyle.
Utanıyorum bunu söylemeye ama sonra da burgerlerimiz geldi, bir de onları yedik; hızla.

Ben ki doğduğum günden beri rejimdeyim, montignac benim ikinci adım, bu kadar iyi olmasa, baştan çıkar, bu günahı işler miydim? Burger Bar'ın "g" noktasında saklı şeytanlık meğerse buymuş. Pişman mıyım? Hayır. Yine gitsem, yine yerim!



2 Eylül 2009 Çarşamba

Eski çamlar bardak oldu, fıstıklar ortalığa saçıldı


Beyoğlu, İstiklal Caddesi üstündeki Markiz Pastahanesi "Yemek Kulübü" olmuş. Bu duruma çok sevindim! 1,5 Liraya çorba, 4 liraya mantı, 6,5 liraya biftek veriyorlar!

Markiz'in eski günlerinde Annanem, takar takıştırır, süslenir, Karaköy'deki Etibank'ta çalışan dedemle iş çıkışı buluşur, Markiz'e gidermiş. Sohbetler derin, bakışmalar çapkın, çikolatalar enfesmiş. Tabi bunlar 1950'deki hikayeler, aradan geçmiş 60 yıl! Aynı şekilde yaşanır mı? Fazla bile kalmış. Muhafaza et, et; nereye kadar?! Biz hala annemizin margarinini kullanmıyoruz biliyorsunuz. Çoktan değiştirdik! O nedenle memnun oldum Markiz'in bu yeni kullanım şekline!

Duvarlarındaki art nouveau fayansları üreten fabrika ikinci dünya savaşında bombalanmış, gitmiş, biz hala durup Markiz'in eski halinin hayalini mi kuracağız? Ayrıca, o koskoca vitrin boşu boşuna duruyordu. Şimdi neyseki bu boşluğu değerlendirmişler. Biraz ticaret bilen basiretli her tacirin yapacağı gibi, ışıklı panolarla yemeklerin fotoğraflarını ve fiyatlarını sergiliyorlar. Dükkanın üstünde de şöyle rahatlıkla görebileceğimiz şeklide "Yemek Kulubü" yazıyor. Keşke o alttaki Markiz yazısını tamamen silseler artık, kafa karıştırıyor.

Bu "Yemek Kulubü"nün bir üyelik sistemi varsa, hemen kaydolmayı düşünüyorum. Belli ki çok zevkli, ticaretten anlayan, yetenekli ve zarif insanların kulübü!

Sırada, Haydarpaşa Garı var! Onu da Dünya Ticaret Merkezi yapmak üzere balyozu vurdukları ilk gün tüm blog okurlarımı yemeğe davet ediyorum.

... diye yazsam, bana inanır mıydınız?

Bayan Bal Şeker

02/09/09

25 Ağustos 2009 Salı

"Entrecôte de Paris" olmak kolay değil

Birşeyi yoktan var etmek kadar, elde edilmiş bir başarıyı sürdürmek, beklentileri karşılamak ta zordur. Her ikisine de saygı duymak lazım. Üstelik, sıfırdan yaratmaya çalışan başaramadığında sırtını sıvazlayıp içinde "kader", "şans", "bir dahaki sefere" kelimeleri geçen cümleler kurarken, aynı anlayışı mevcut başarıyı sürdüremeyene göstermeyiz. Onun adı "beceremedi" olur.

Bu açıklamaları yaparak Kanyon'da açılmış olan Entrecote de Paris'yi anlatmadan önce herşeye rağmen adil olmaya çalışıyorum.

Entrecote de Paris ilk önce Nişantaşı City's'de açılmıştı. Oradaki vasat yemek tecrübesini unutarak, tabiki Bay Afiyet'in talebi doğrultusunda Kanyon'da açılan Entrecote de Paris'ye gittik bir öğlen. Dükkanın bir
önceki resto/bar/klüp dekorasyonunu değiştirmedikleri için, kırmızı beyaz pötikare örtülü bohem fransız köy havası ile, Istanbul'un şıkır şıkır boncuklu, hafif loş tiki trendy gece hayatının birbirine karıştığı bir dekorasyon vardı.

Sezar'ın hakkı Sezar'a, Cafe de Paris sos güzeldi. Bilmiyorum şef sosu bizzat burada mı yapıyor, yoksa merkezden hazır mı geliyor, fakat fotoğrafla da belgelediğim gibi tabağı sildik, süpürdük!

Salata ise, ki Entrecote'un salata sosu da en az etin sosu kadar meşhurdur, garibandı, boynu büküktü. Mayonezden ibaret salata sosu ile kolaya kaçılmıştı. "O.. çocukları" filminde Özgü Namal'ın, sinema seyircisine saygı duymayarak Italyan bir kadını hiç italyanca öğrenmeden yutturmaya çalışması gibi, burada da, ben salatayı mayonezli yapayım, nasıl olsa yerler, nasıl olsa aslını bilen olmaz dememişlerdir umarım.

Servis iyi niyetli, ama yetersizdi. Peki tekrar gider miyim? Cafe de Paris sos için giderim! Özgü Namal'ı seyreder miyim? hayır.

Bayan Bal Şeker
25/8/2009

31 Temmuz 2009 Cuma

Kemerburgaz no.10

Hani erkekler bir kızdan bahsederken "Selin mi? A çok iyi bir kız! " derlerse, hemen anlarsınız ya Selin'in güzel olmadığını, ya da "Aa, yüzü çok güzel" derlerse bilirsiniz ki geri kalanında iş yok; ben de hiç lafı dolandırmadan "yemekler şaa..haa.. ne!" dersem, anlar mısınız bu lokantanın şekline şemaline pek dikkat etmemek gerektiğini?

Kemerburgaz'daki Kardeşler Lokantası'nın yemekleri şaa..haa..ne! Gerisi bahane! (Bir de tam fotoğrafını çekerken, önünden bir Murat 131 geçmez mi, iyicene 'şahtı şahpaz oldu')
Burası bildiğiniz bir esnaf lokantası: Masanıza henüz oturmadan yemeğinizi seçiyorsunuz, seçtiğiniz yemekler siz oturduğunuz anda önünüze geliyor. Yemeğe başlıyorsunuz ve ta ki müessesenin ikramı olan, küçük çay bardağındaki tavşan kanı önünüze gelinceye kadar hiç hız kesmiyorsunuz. Diğer lokantalardan farkı ise kaymak gibi hünkar beğendisi, tane tane nohutlu pilavı, kabak dolması, bamyası, kurufasulyesi, mis gibi keşkülü!

Döner ise, İstanbul'un en iyi ilk üç dönerinden biri. (Diğer ikisini de zaman içinde yazacağım. Showtv altyazı geçecek: Bayan Bal Şeker açıklıyor! İstanbul'un en iyi döner yapan lokantalarını açıklıyor).

Burayı bana damak tadının dikine giden Bay Afiyet tanıttı. Fakat Amerika'ya da adını Amerigo Vespucci koymuş olabilir ama Colombus, daha önce ayak basmıştı. Kardeşler Lokantası'nı da, haliyle, bizden önce sosyeteden, ortadireğe, işadamlarından, askerlere, herkes keşfetmiş.

Lezzetli yemekler, güleryüzlü, iyi niyetli, hızlı servis heryerde bulunmuyor. Bulunca da işte böyle bizim yaptığımız gibi atlayıp arabaya Kemerburgaz'a kadar gidiyor insan. Tahmin edilebileceği üzere, lokantanın web sitesine burada link veremeyeceğim, ama yerini tarif edebilirim: Maslak'tan Kağıthane'ye doğru inen yeni yoldan giderken Kemerburgaz oklarını takip ederseniz, Kemerburgaz kasabasının tam orta yerinde, Hacı Salih'in torunlarının ayrı ayrı, birbirlerine rakip olarak, yanyana açtıkları turşucuları geçince, göbekten hemen sonra, sağ tarafta Kardeşler Lokantası'nı göreceksiniz.

Maslak'tan on dakikada gideceğinize, adambaşı on lira hesap geleceğine ve yediklerinize on numara vereceğinize bahse girerim!

Bayan Bal Şeker
31/7/2009

19 Temmuz 2009 Pazar

Abra.. Abra.. cadabra!


İyi bir lokantadan ne beklersiniz? Lezzetli yemekler? İyi servis? Temiz mutfak? Zevkli dekorasyon? Makul fiyatlar? Arnavutköy'deki Abracadabra tüm bu beklentileri fazlasıyla karşılıyor!

Yemekleri sadece "lezzetli" diye tanımlamak yetersiz kalır. Bu lokanta misafirlerine hiç alışa gelmemiş, şaşırtıcı tad kombinasyonları sunuyor. Menüde yazan her yemek insanda bir merak uyandırıyor. Her ısmarlanan tabağa daldırılan ilk çatalla insanda önce bir hayret ve hemen ardından bir hayranlık uyanıyor.

Servisi de "iyi" diye geçiştirmek haksızlık olacaktır. Garsonlar misafirperver, samimi ve belki hepsinden önemlisi, servis yaptıkları yemekler hakkında bilgililer.

Fiyatların makul olduğu yorumunu yapacak olursam, ki makuller, yine de şarap fiyatları için ufak bir şerh düşmek isterim. Fakat bu yöndeki sitemim lokanta işletmecilerinin ötesinde şarap tüketimini azaltmaya and içmişçesine vergilendirenlere olacaktır.

Arnavutköy'de bir yalıya kurulmuş olan Abracadabra'nın dekorasyonu küçük, zevkli detaylardan oluşuyor. Her köşede sizi gülümsetecek ufak bir espri ile karşılaşıyorsunuz.
Aslında bu blogta Abracadabra hakkında ne yazsam lokantanın kendi web sitesi kadar merak uyandırmak, akıl çelmek mümkün olmaz. Ama siz en iyisi, bırakın bu sanal alemleri de, şu sıcak yaz günlerinden birinin akşamında, Abracadabra'nın Arnavutköy sahilindeki muhteşem manzaralı binasının, püfür püfür balkonunda, elma ve zencefil eşliğinde balık köftesi veya chutney sosunda pastırmalı çıtır çubuklar ya da kırmızı şarap soslu ahtapot tatmaya gidin.

Belirtmem gerekir ki Abracadabra'nın büyüsü sadece bu zor beğenen, lezzet budalası blog yazarını etkilemedi. Başka bir memlekete yerleşme kararı vermiş ve oradaki herşeyin buradan daha güzel olduğuna kendini inandırmaya çalışan hassas bir beyefendi de havlu attı:
"-Burası gerçekten güzelmiş Minnoş!"

"Abra, abra cadabra, I wanna reach out and grab ya'!"

Bayan BalŞeker
19.07.2009

19 Mayıs 2009 Salı

Her talep kendi ar(sı)zını yaratır

Kanyon Alışveriş Merkezi'ndeki House Cafe'ye daha önceden birkaç kere gitmiş, özellikle servisten hiç memnun kalmamıştım. Ama yine de House Cafe'dir, her zaman bir şans daha hak eder düşüncesiyle geçtiğimiz hafta, öğle vakti, Hollandalı bir misafirimle tekrar gittim ve ne yazık ki pişman oldum.
Önce, dışarıdaki sandalye adetlerini arttırdıklarını görünce sevindim. Herhalde servis düzelmiş olmalı diye düşündüm iyimserlikle. 
Oysa sandalye sayısındaki artış,  mekanın kırgın müdavimlerinin, düzelen servis nedeniyle House Cafe ile tekrar barışmalarından dolayı değilmiş. Meğerse, Kanyon House Cafe sigara içilebilen lokanta halini almış olması nedeniyle daha popüler olmuş. Alışveriş merkezinin içerisinde, lokantanın dışında sigara içilmesine  müsade edilmiş. Tüm o "dumansız hava sahası", "havanı koru" teraneleri buraya kadarmış. Kulpları bulduk, yerli yerine taktık anlaşılan. Hayret ki, neredeyse bir sene sürdü bu istisnayı yaratmak. 
Dışarda servis yapan sadece bir garson bir de komi vardı. Hamburgeri sipariş verirken, köftenin orta derecede pişmesini istediğimi belirttim, fakat garson bunun mümkün olmadığını, sadece iyi pişirebileceklerin söyledi. Ya sabır diyerek iyi pişmiş hamburgerlerimizi beklemeye koyulduk. Bir ömür sonra masamıza teşrif eden hamburgerlerle beraber mayonez, ketçap ve hardal talep ettik, ama elde edemedik. Garsonu yakalayıp birşey söylemek o kadar zordu ki, kaprislerimize bir son verip, hamburgerleri ketçapsız yemeye ve bir an önce hesabı istemeye razı olduk. 
Hesabın gelmesi 10 dakika sürdü, para üstünün teslimi ikinci bir 10 dakika.  Fiş isteyince, garson "o zaman beklemem gerektiğini, kasanın çok dolu olduğunu" söyledi. Kalkıp bizzat kasaya gidince, hemen fişi aldık ve bir daha oldukça uzun bir süre gitmemek üzere oradan ayrıldık.
Eğer bu kadar müşteriye öğle yemeği yetiştiremeyeceklerse, niye masa adedini arttırıyorlar? Belli ki ne garsonlar, ne kasa, ne de mutfak bu işin altından kalkamıyor. İki kuruş fazla kazanılacak diye, kaliteden taviz vermek; etrafta bu kadar rakip varken, bu kadar umarsız davranmak, neredeyse oturmuş bir müssese olan House Cafe'ye hiç yakışmıyor. 

Bay Afiyet
19/5/2009



7 Mayıs 2009 Perşembe

Kağıttan Ay

O gün A noktasındaki bendeniz ile, B noktasındaki Bay Afiyet arasındaki en yakın noktada bulunan lokanta olduğu için, aylık "Bay Afiyet ve Bayan BalŞeker piyangosu" Etiler Akmerkez'in kuyruğundaki Paper Moon'a çıktı.
 Öğle saatlerinde Polat Alemdar kostümlü beylerin özellikle rağbet ettiği bu restaurant, açıldığı günden beri popülerliğini kaybetmedi. Bu popülerliğin nedeninin çabuk, düzgün, standart iş yemeği ambiyansı olduğunu sanıyorum. Bunun haricinde, peşine düşülecek bir lezzet tadamadım: 
Somon ızgara, kıtır bir kabuğun altına saklanmış, havuçlu, domatesli bir mevsim salatası eşliğinde geldi. Balık az pişmelidir. Yumuşak olmalı, kendi haline bırakılmalıdır. Nasıl olsa balığı pişirerek öldüremezsiniz, ancak üzerine tatlı yenince ölür balık. Bu somon ise, balıklığını unutmuş, mevsim salatasının yanına yatmış bonfile taklidi yapıyordu.
Ossobuco lezzetliydi, fakat o da yanındaki risottoyu sırtında taşıyordu.
Sezar'ın hakkını Sezar'a bırakayım, Bay Afiyet'in yediği spaghetti alle vongole, şayet yemekler arasında çan eğrisi uygularsak  iyi not alırdı. Fakat ödediğimiz hesaba göre içimden çan eğrisi yapmak hiç gelmiyor. 
Ortaokul sınavlarına hazırlandığım dönemde, cuma akşamları televizyonda Kağıttan Bebekler ("Paper Dolls") adlı bir dizi oynardı. Ben de sadakatle seyrederdim. Bir cumartesi sabahı sınava hazırlık kursuna gitmek için hazırlanmaya çalışıyordum. Fakat çantam hazır değildi, kitabımı bulamıyordum, babam beni kursa götürmek üzere çoktan arabaya binmişti ve kornaya basıyordu. Ben kitabımı bulmak için odamda dört dönerken, annem odama girip açtı ağzını yumdu gözünü; "Bu böyle gitmez! Eğer o dizideki kızlar gibi kağıttan bebek olmak istiyorsan böyle devam et! İstersen otur hergün televizyon seyret! Yok eğer kağıttan bebek olmak istemiyorum diyorsan da, o zaman bu dizi artık seyredilmeyecek, cuma geceleri erkenden yatılacak, bu çanta akşamdan hazırlanacak, ödevler eksiksiz yapılacak ve adam gibi çalışılacak!" 
dedi bir hışımla. O dizideki kızlar gibi olmaya zaten endamım müsait değildi. Ama kunduza yavrusu güzel görünür misali, annem bunun farkında değildi herhalde.  Her ne ise, o gün bugündür, kağıttan dizileri zevkle seyretmekten vazgeçmediysem de, annemden aldığım ivme ile çalışıyorum; çalışıyorum ki üçüncü boyutum olsun. Paper Moon'un da üçüncü boyutu için daha çok çalışması lazım. Ama öte yandan iki boyutlu haliyle de bize kendini satıyorsa, niye fazlası için çabalasın, değil mi?

Bayan Bal Şeker
7/5/2009

22 Mart 2009 Pazar

Gölge'de kahve



Beyoğlu birbirilerinden farklı karakterleri olan ikiz kızkardeşler gibidir. Biri hareketli ve neşelidir. Onu herkes tanır. Ne zaman arasalar, eğlenmeye hazır olduğunu bilirler. Takar takıştırır, sabahlara kadar gezinir. Çok cazibelidir. Diğerini ise bilen bilir, sesi pek çıkmaz. Aradığınızda onu evinde bulursunuz. Size hemen çay demler, yanında huzur ikram eder. Kah konuşursunuz, kah susarsınız. 
Herkesin ara sıra onunla başbaşa klamaya ihtiyacı olur. İşte bu kızkardeşlerden ilki İstiklal Caddesi'dir, diğeri ise yan sokaklara saptığınızda, zaman zaman karşınıza çıkar. İşte "Gölge'de kahve" sessiz sakin kızkardeşin huzurunu yaşayabileceğiniz bir noktası 
Beyoğlu'nun. Galatasaray'ı geçince sağ kolda Rejans'ın bulunduğu Kallavi Sokak'a ya da Meryem Ana Kilisesi'ne doğru sapın, yolun bitiminde İstiklal Caddesi'ne paralel, Olivya geçidine varırsınız. Yüzyılın başında tüm buralar Olivio Ailesine ait olduğu için, buradaki apartman, pasaj, sokak hepsi bu isimle adlandırılmış. 
Tarihe saygımız sonsuz olduğundan olsa gerek, bu geçidin adını Olivya olarak vaftiz etmişiz. Acaba 80'lerde ortalığı kasıp kavuran Olivia Newton John etkili olmuş mudur bu ufak değişikliğin yapılmasında, kimbilir? İsmini çok değerli bir hukukçudan alan, oturduğumuz "Ebulula Mardin" caddesi, çok uzun bir süre "Ebulullah" adını taşımıştı. 
Belki bunu duyunca Bay Olivio ufak bir cinsiyet değişikliği ile Olivya olmuş olmaktan o kadar da rahatsız olmaz.  Burada sizlerle bu 80 doğumlu çekici bayan Olivya'nın mobeseli bir fotoğrafını paylaşarak sokak konusunu kapatıp, artık "Gölge" ye varıyorum.
"Gölge'de kahve" herşeyden önce huzurlu bir yer. Kimsecikler sizi rahatsız etmeden, duymak istemediğiniz müzikler zorla size dinletilmeden sükunetle kahve içebileceğiniz, arkadaşınızla sohbet edebileceğiniz, o güne özel olarak, siz gelmeden az önce pişmiş güzel bir sebze yemeğini keyifle yiyebileceğiniz bir yer. Burada yayınladığım resim sizi yanıltmasın; özellikle haftaiçi, öğle yemeği saatlerinde boş masa bulmakta zorlanabilirsiniz. Müdavimleri çoktur. Daha sakin geçen sabah saatlerinde uğrarsanız da, bizzat mutfağa girip o lezzetli yemekleri pişiren Gölge'nin sahibesi zarif hanımı, mavi eşini ve güzel kızlarını da görebilirsiniz.
Beyoğlu'nu ve anayoldan sapmayı sevenlere..

Bayan Bal Şeker
22/3/2009

21 Şubat 2009 Cumartesi

Manda Kardeşler'in Yeri

Bay Afiyet'in doğumgününü kutlamak için, yemekleri lezzetli, varmak için trafikte saatler geçirip perişan olmayacağımız ve daha önce denemediğimiz yeni bir lokantaya gitmek istedik. Her kafadan bir ses çıktı, herkes bir diğerinin fikrini beğenmedi ve Bay Afiyet olaya son noktayı koydu:  "Benim istediğim yere gidilecek!" Böylelikle,  ma-aile ve ötesi, Levent Loft adlı binanın giriş katında bulunan Fratelli La Bufala adlı lokantaya gittik. 

Grubun yarısı yediklerini öve öve bitiremezken, diğer yarısı, ki bu blogun naçiz yazarı bendeniz de bunlara dahilim, Fratelli La Bufala'ya geçer not veremedik. 

Tamam kabul ediyorum, havalı, şık, şehirli bir yer. Ambiyans iyi, hoş. Beyaz masa örtüleri, güzel bir aydınlatma sistemi, NewYork vari bir dekorasyonu var. Ama o kadar. Onun dışında içimden kısaca "olmamış!" demek geliyor. Olmamış! Denemişler, ama olmamış. Fratelli La Bufala'nın internet sitesinde bulunan ve lokantanın kuruluşunu anlatan, "Babam ve Oğlum" tadındaki dokunaklı tanıtım filmi size buranın ne kadar peynirli ( a.k.a cheesy) bir yer olduğu hakkında bir fikir verebilir.
Antre olarak manda sütünden yapılmış mozzarella peyniri etrafında dönen bir çok yemek tasarlanmış. Mozzarellanın lezzetine diyecek yok, ama onun ötesinde de birşey yok. Biraz yeşillik, biraz ızgara sebze. Antre olduğu unutulmuş, abartılı porsiyonlar. Ana yemek olarak Venedik usulü straganoff ısmarladım. Fotoğraflamıştım, ama burada yayınlayıp, tadınızı kaçırmak istemedim.Bir bulamaçtı, lastik gibiydi.  Ben de çareyi babamın ısmarladığı pizzaya sulanmak ta buldum. Beni aç kalmaktan kurtardı mı? Kurtardı. Ama yediğimde, aslında pizza değil de, pide olduğunu gördüm. Belki tatlı pizza hamurundan hoşlananların damağına hitap edebilir diyerek açık kapı bırakmak istiyorum ve 10 üzerinden 5 veriyorum, ki bütünlemede tekrar karşıma dikilmesin.
Etrafta çakı gibi gezinen bir sürü garson olmasına rağmen, bazı siparişler unutuldu, herkesin yemeği aynı anda gelmedi ve daha niceleri.. Neticede, bir daha babamı oraya götüremeyeceğimizi biliyorum. Öte yandan, bu yazıyı Bay Afiyet yazsa yazının tonunun tamamen farklı olacağını ve o yazıyı okuyanların ajandalarının bir yerine "Ristorante La Bufala, Levent- denemeye değer" diye not edeceklerini de tahmin edebiliyorum. Dolayısıyla, sakın gitmeyin diyemem. Ama uyarmadı da demeyin. Benden söylemesi.

Bayan Bal Şeker
21/2/2009

Related Posts with Thumbnails